Mittwoch, 23. Juli 2008

nail-road-wall


ya philipp dedim, bırak bu işleri, beceremiyosun dedim, kırmamak için çok çabaladım ama bu kadarı da rezillik dedim, kendine gel dedim ya, bi kendine gel.. aldı boyayı, fırlattı yere, üstümüze sıçradı bi kaç damla, çık dedim dışarı çık, al boyalarını, olucak gibi diilsin, hala bira diyosun patlıcan ezmesinin yanına, bi kaç tur at, dön dolaş, öören, öörenirken de uzaklaş mümkünse dedim.. bi yerlere vardıysa iyi, jakobsweg iyi gelebilir demiştim.. belki yolun üstündedir..

daha fazla türkçe yazcak durumda diilim, burnum akmaya başlıyo yazdıkça.. sonbahara az kaldı nasolsa.. şimdiden..

Freitag, 18. Juli 2008

cowboys in vals


"...they seem tough
but it's just a bluff
somethings aren't hard to tell.."

vals olur, kadıköy olur, genelde böyledir.. dön dolaş, oyunbozan bisiklet zinciri gibi..

..im juli.. so ziemlich mittendrin


it was n accident, i didn't mean that..
not really..

nen becks bitte..
machen'se 2..
gehts zusammn?
ja..

like.. u r like the man of the corner..
c'est possible..

Donnerstag, 10. Juli 2008

110708-nürnberg-sachs


günes acti ögleden sonra bi ara, zaten sadece yeni aldigim kitabin agırligindan olusan cantamla gidip eiskaffee icicektim, sabahtan planladigim gelisigüzellik bundan ibaret olucakti, oldu da.. tabi bile bile o renkli cafeye gittim, genelde ama benim gibi istisnalarin da bulundugu, ama genelde escinsellerin kendini iyi hissedip rahatca oturabildikleri cafeye ugradim, semsiye altindaki gölgeli masayi sahiplendim bi kac saatliine. Vanilyali dondurma ve soguk kahve, satirlarin beni güldürmesiyle birlikte yan masadakilerinin de gülmeye baslamasi, daha da gülebilmeleri icin, okudugum satirlari tekrar yüksek sesle okumam, bunun üzerine kitabin ismini merak edip söyledikten sonra yazarin ismini not etmeleri.. sonra tek cinsiyetten olusan 3 masayi birlestiricek kadar kalabalik bi grup geldi.. cok kibardi hepsi cok, narin, temiz gömlekli, parlak tenli, hediye paketini noelden önce ise alinan hediye paketci stajerlerden daha zevkli hazirlicak olanlardan.. sonra kitaptan hafif kopup, kafamdan bikac fikrin olustugunu hissettim, artik gülüslerim satirlara diil, yandaki 2 masayi cevreleyen grubun marifet tahminlerime aitti, bi daire olustursalar, capi 2,5m olur..gibi.. hepsi, filmin baslamasina yarim saat once kala gelicek philippi beklerken gerceklesti.. philipp isten cikmis, filmin baslamasina tam yarim saat kala yanima geldi, biletleri ayarlamis, ne gereksiz dedim, ya dedim philipp napiyosun ne ayarlamasi, sinemada en fazla 11 kisi oluruz dedim, olsun dedi.. ne halin varsa görün almancasini söylesem de iltifat gibi yansicagi icin, tamam dedim gidelim..unuttum dedim, escinsel olan göbbels miydi göhring mi? tam bilmiyorum dedi philipp. bosversene dedim philipp, alayi ibneydi..

disardan etkilenebilcegim kadar cok kombinasyon vardi filmi izlemem icin.. oynadigi ilk gün gitmem gerekiyodu, filmi izlemeden önceki kombinasyonlardan bi kacini saymak isticek olursam, ki istiyorum, ne olmasi, tim roth, bruno ganz, alexandra maria lara, bu laranin hitlerin sekreteri olmasi, hitlerin bruno ganz olmasi, daha gecen haftasonun gecesinin bi yarisinda bruno ganzin behind me’sini izlemem, tim roth ve bruno ganzin bi araya gelmesi, maria laranin der tunneldeki en maria hali, bunlar disardan gorduklerimdi.. filmi izledikce, en azindan filmin yarisina kadar, coppola da olsa, detaylari yaratan adamin beni takip ettigi hissine kapildim.. her sahnede oturus seklimi degistirerek nefes alis sesini bastirdim..

daha filmden önce sözünü ettigim göbbels cikti bi ara, biyikli avusturyali göründü, anildi, kitabini gösterdiler, bregenzten trenle gecip pasaport kontrolünde tekledi, 2 hafta önce gectigimde arkamda oturan adamin pasaportunu damgalayan polis gülümseyerek yanimdan gecti, dominik, domenico, der erste kuss überhaupt, ticino-tessin, corco, g-i-o-r-g-i-o diye yaziliyo dimi diye sordum italyanca corcoya, evet dedi, sevindi; zürich, yakinda, subway, siradaki tecrübe, dizi dizi.. daha önce de, basel-liesthal, ilk evlenme teklifini alip reddedisim, oui jean, ja jan, yes ian, evet can, yok, fransizcayi kullanmak icin beklicem, even if you won’t talk to him again; leningrad, rusca konusan kadinin moskovadaki santiyedeki özbek cayciya benzemesi, ikiz gibi, seda hanum san petersburgtan galdiiiiiz? Geldim geldim.. kofi smolokom da? Da, da, bi zahmet.. fener bardaama doldurur getirirdi güler yüzle, hep de gülerdi, bazen ruj da sürerdi, cirtlak kirmizi, hep ojeli, hep kirmizi.. avusturyalinin cikardigi isaretin en minik halinin bu özbek cayciya benzeyen oyuncunun don danteline islenmis olmasi, kücücük isaretin milyon kati kadar büyüklügündeki celik yapinin filmi izlediim sehirde tam 60 yil önce omuzlarda tasinmis olmasi.. ilk denizli sahnede 4 yil ugramadigim kusadasini hatirlamam, hatirlamak istemesem de.. duvara sebep oldu.. coppola da okumus ki, ayna doluydu duvarlar.. tim roth da duvarini aynayi kirarak yikti.. al sana bi nokta daha..ve tabi.. doppelgaenger, double life.. siouxsie..her ayna olsa iyi, her yer degistirme, her kisi..

kahverengin üstünlügü, film boyunca, bi de kahverengi derken kahveyi hic hatirlamadimi fakettim, kahverengi derken, ne kahvenin kokusunu ne tadini ne de rengini aklima getir(m)iyorum..ne expletif, adeta!

ben bunlari izlerken, yerimde duramazken, beni izleyen birinin olmasi gerekiyodu, ayni anda hem bunları hem de kendimi görebilmem icin; dokunabilicegim türden birinin varligindan yoksun olduguma göre, secimimde özgürdüm..

sinemadan, (eskiydi, rutubet kokanlardan, kadiköyü hatirlatan, öz bi koku) ciktigimizda, multi-kulti dedikleri bölgede olmasinin da etkisiyle, tarkan sesiyle gecen bi arabayla gercege döndük.. yaa dedim philipp, simdi söyle bakalim patlican ezmesiyle birlikte en güzel ne gider? Bira diye cevap vericeginden korktugum icin sormadim, uykum var dedim ben eve gidiyorum.. bu aksam izleyen fassbinderdi..

Dienstag, 8. Juli 2008

0708


..it feels like i'm everywhere
like when you fail to make the connection, you know vital it is
when something slips through your fingers you know precious it is
and you reach the point when you know
it's only your second skin
..
it's only your second skin

someone's banging on my door..

..it feels like i'm everywhere..

070808


..sell me a coat with buttons of silver..
..sell me a coat thats red or gold..
..i..feel..cold..

060708-chur-pazar


Gidiste giris kapisina göz atmadan gectigim eski cafenin eski masa örtüsünden daha eski olan masasina, otto wagner cizgi düzenini arattirmayacak derecede dizilmis olan sirasindan bi tanesine gecip oturdum, aslinda gitmek istedigim yerin bu ay boyunca yaz tatilinde olucagini bildiren kagidi okuyup, bikac yere baktiktan sonra ayni gelis yolundan geri dönmeyi tercih ettikten sonra, yagmur da yagmaya baslamisti, gözümü atmadigim giris kapisini sectim. Tenis turnuvasinin baslamasini bekleyen, onlara karsi cikip aslinda tour de france’u izlemek isteyen bikac grup yasi ilerlemis insanlarla doluydu aydinlanmasi icin mevcut isik gücünün en az 3 katina cikarilmasi gerektigi mekanda, bulutlarin günisigini emdigini de hesaba katarak, yok, bu tür hesaplardan kurtulmamin imkani yok artik, Pazar kilise ziyaretinden sonra hakettikleri, öyle anlatildi sanirim kilisede, yemeklerine kavusmayi beklediler bi süre siparisi verdikten sonra. Elbette duydum girer girmez calani, o yillarda ayni civarlarda yasayanlarin cogunun evinde olan hit-kaset. Cogu almanca söylenmis, fransizcanin da bolca eklendigi 70lerin sonlarina dogru cikan tüm hit parcalarin toplandigi kaset. Siyah masa örtüsünün üzerindeki kocaman turuncu daireler, capi büyüdükce rengi sariya dogru giderek, en acik haliyle hala turuncu kalan sinir cizgisinin siyahla birlesimi ara ara dikkatimi dagitmayi basardi, ona ragmen yarisina gelmisim mavi kapakli kitabin. Ses, görüntü, satir, satirlarin anlattigi insani, insanin oynadigi filmin karelerini, ayni karede tekrar tekrar görünen 2.insani, 1. ve 2. insanin birlikteligini, ve yine ses.. birlestirdigimde bu yigini, yasinin tahmin edilebilecegi türden ve yükseklikte ahsaptan yapilmis topuklu yazlik ayakkabilarim olsun istedim, sadece oturdugum süre icin. Derisinin acik kahverengi olmasina da razi olurdum. 1964 yilina gecmeden, hesabi istedim, isteyene kadar acik kahverengi, ahsap topuklu ayakkabilarla oturdum, et la vitrine.. deformation classique.. le danse et.. bu gibi kisa dönem tanimlamalari kisimlari ile birlikte bi kac isim gecti aklimdan, konusmasina bakilirsa dogudandi (aus den neuen bundeslaendern, cok da incitmeyen türden söylemek gerekirse) hesabi getiren adam, hizli trenle 9saatte arabayla sürücüsüne bagli olarak 5-7saatte ulasilabilen sehirlerden bi tanesinden. isimleri, anne ve babalarinin dogu baskisina isyan olarak sectikleri yoldan olsa gerek, basit ingilizce olanlardan, mike, nico, david, marc, ronny..

..mais si on te fait trop de mal dans le pays d’ou tu viens, eh bien, on part.. ne isin var burda diye sormaya kalksam, dogu aksaniyla buna benzer biseyler mirildanirdi sanirim.. yoksa, ne isi var burda..