Freitag, 28. November 2008

kadife ses / seidenstimme


just a day forever away (forever tomorrow)

the iron maiden (en cok da bu)

nehirlerin etrafi citlenip birilerinin özel mülkiyeti altina girdigi bu dönemde, savas sonrasi sanki savasla ilgilenmiyomus gibi sözlerle tamamladiklari icin müziklerini, bu sebepten dolayi da, ara ara savasi malzeme olarak kullanarak sahneye firlayip binbir guclukle aldiklari gitarlari parcalayan bikac irokua babilesi sacli kiliklilardan fircamsi laflar yemis olan sakin rakcilar, otrakcilardir simdi eserini dinledigim grup..
hala orda burda caliyolar..
14 aralika yetisemicem, yetiscegimi bilseydim, kayanin dibine birakilmis, birilerinin avucunun icinde büzülmeye mahrum kalmis efes kutusu resmini diil de, 14 araliktan kalma bi resim koyardim.. tam da pazar gunune denk geliyo.. barclay james harvestli bi pazar aksamindan bikac saat sonra, is icin gidilen yol ne kadar uzun olmali ki, silkinme basariyla sonuclanip noktayi bi fincan kahveyle sonuclandirmali?
muzik olarak gitar kiranlarin tarafina uyan, ama sahnede pasa pasa duran gruplardan bi tanesi de, montag ist vorbei und der rest ist zu viel diye kizgin kizgin dizicek kelimleri 11 aralikta..
onu hepten gözden cikardim :)
bol fotolu, az kelimeli bi sayfa olurdu o zaman da..
kadife sesli john lees, dinledikten sonra yazcak pek de bisey kalmiyo, aliyo adamin agzindan tüm söylenicekleri..

------------------------------------------------------------------

just a day forever away (forever tomorrow)

the iron maiden (besonders das hier)

in den zeiten, wo die flüsse und seen mit dem zaun von der freien natur abgegrenzt werden, um im jmds privateigentum hinzuzufügen, hör ich die krautrocker, die einst von den musikern, die ihre gitarren, welche sie kaum leisten konnten, auf der bühne in stücke zerfetzt hatten, beschimpft worden sind, weil sie in ihren songtexten den damaligen krieg nicht thematisiert hatten, wobei sie selber ab und an den krieg als mittel für ihre musik benutzt haben..
sie spielen immer noch hier und da..

bis 14.dezember schaff ichs nicht: wenn ich wüsste, dass ichs schaff, würd ich nicht das bild von der auf den strand verlassenen büchse, die kurz bevor dem weggeschmissen werden von jmd zerquetscht worden ist, hier reinstellen, sondern ein paar bilder vom 14.dezember..
es wird ein sonntag sein.. wie lang müsste der weg bis zur arbeit sein, damit man von einem sonntagabend mit barclay james harvest nur noch mit einer tasse kaffee zurück in die realität kommt?

eine band, die musikalisch eher zu den gitarrenzerfetzern reinpassen, die musik aber in aller ruhe spielen, werden am 11.dezember singen : montag ist vorbei und der rest ist zuviel.. dass ichs bis dahin schaff, ist schon längst kein thema mehr :)
viele bilder, wenige zeilen.. so hätte die seite ausgesehen, nach dem 14.dezember..
john lees mit seiner seidenstimme; nachdem man ihn gehört hat, gibts nicht so viel zu schreiben, er bringt einen richtig zum schweigen..

Dienstag, 9. September 2008

burgaz '85


"babaanne, neden madam silva madam sen aysaaanimteyzesin?"
"madam silva rum da ondan yavrum"
"bütün madamlar rum mu?"
"burdakilerin cogu öyle"
"bütün rumlar madam silva gibi cok el kremi sürüyolar mi"
"yok yavrum, madam silva biraz süslü"
"hem sen de cok el kremi sürüyosun, madam ayse diilsin, hihi"
"hadi cocum, gidelim"


Freitag, 5. September 2008

neue männer braucht das land


... male s auf jede u-bahn ...
... hab die männer noch nicht ganz satt, ey mann ich such ne begleitung ...


auf jede wand... neue männer braucht DAS LAND!

http://www.lastfm.de/music/Ina+Deter/_/Neue+M%C3%A4nner+braucht+das+Land

Türkei

Irans Präsident besucht Istanbul

Mahmud Ahmadinedschad will in der Türkei Verhandlungen über den Energiesektor führen

Der iranische Präsident Mahmud Ahmadinedschad hat am Donnerstag in Istanbul bei seinem ersten Besuch eines NATO-Landes Gespräche über den Atomstreit und wirtschaftliche Zusammenarbeit aufgenommen. Bis Freitag standen Treffen mit ranghöchsten Vertretern der Türkei auf dem Programm, darunter Staatspräsident Abdullah Gül und Ministerpräsident Recep Tayyip Erdogan. Der Iran, der über große Erdgasvorkommen verfügt, will einen Ausbau der Kooperation im Energiesektor. Die USA und Israel warnen, eine verstärkte Zusammenarbeit könne den Druck auf den Iran im Atomstreit verringern.



Donnerstag, 4. September 2008

minutieuse


bi zamanlar, yahudileri kovmuslar burdan, caktirmadan, yavasca, 400 yillari miymis ne, o zamanlar daha, aynen zepellin meydaninda nasil antifasho montlariyla kosup cosuyolarsa bugun, her ay regensburgta da fransiz punkiyla cosuyo bi kitle, kitlecik diil, baya bi insan, kadikoyun zincirine sigabilicek kapasiteden fazla bi kitle.. regensburg gibi biyer icin buyuk bisey bu, hele bi de bayern oldugu dusunulurse, var insanlarin icinde bisey de, hala eksik.. ya eksiklik ya da fazlalik, sistemli dusunmenin etkisinden ne derecede kurtulabilir ki insan burda? istedigi kadar punk olsun.. arabaya biner binmez emniyet kemerini takan punk, yayaya kirmizi yandiginda, yollar bos olsa da duran punk, salatanin dibinde kalan soganli limonlu zeytinyagini tabaktan sapur supur icen insana bakip igrenen bi punk.. sapina kadar punk olsa ne yazar.. ruhu sistemli, kurulu, kurulmus, kurulmaya musait, databank gibi..

helene et le sang..
oyle ya da boyle, liberte liberte..

Berlin-Datenschutzauge


konkrete Vereinbarung
illegaler Datenhandel

schnelles Zusammentreffen

Vortragungsmöglichkeit

wesentliche Punkte
herbeigefügte Erklärung
Einwilligung-Widerspruch
verfassungsrechtliche Problematik
eigenzweckliches Erheben
Vertreter der Datenschutzbehörden
personelle Ausstattung der Aufsichtsbehörden
informationelles Selbstbestimmungsrecht
die Verfügbarkeit jeder Information ist eine Bedrohung..?
Vorzug gegenüber andere Länder
angesichts neue technologische Entwicklungen
Datensammlung
Begrenzung des Missbrauchs
die Gefahr, so gering wie möglich halten
Melderecht-nicht Datenschutzrecht
diejenigen, die diese Daten geliefert haben, denen ist soweit kein Vorwurf zu machen, weil sie regelrecht gehandelt haben.. da gegenzusteuern, bedeutet, zu fragen, sind legale Informationen und Daten angemessen?
Kriterien definieren
Stellenvorderung quantifizieren
Übergangsfrist einziehen



Donnerstag, 28. August 2008

le lendemain

bi yagmurlu bi diil, cadirin icine sizmicak kadar az





özlemisiz, new model army



en plein jour


TIKIN!
made in china
made in turkey
made in germany modasi gecti.. gastarbeiter dönemindeydi, simdi satilan satilana, kacan kacana, u-bahnlarda artan pennerlar..

aber, schwarz bleibt schwarz

Mittwoch, 27. August 2008

sapkali goth


mera luna 2008 in 2. yani son gününün son grubuydu, fields of nephilim, bu gruplar canli daha ii dicem bi yandan, bi yandan da sistersin canli rezilliklerini hatirlayinca, dicegimden de vazgeciyorum, aslinda amac, bu resmi buraya koymak, yaninda da biseyler gevelemek, ya bu saatte, hele sondan 2. günde hakkaten baska bisey yazilmiyo..
da babalar iyiydi sahnede, mor isigin da etkisiyle, sisler, hava da serindi, son grup oldugu icin, seyircinin %90indan fazlasi cowboy sapkasiyla ordaydi, bi de new model armyden geriye kalan seyirci, benim gibi, hala justinin etkisinde, fields de üstüne nachtisch oldu, kremali cilek..

mera lunada justin.. hem de 2008.. anlik yasama sebebi



babanin sesi gitti, geldi yine zugabeye,
wir sind die affen vom insel dedi,
affe senin gibi olucaksa, insanlik affenliga dönüssün be justin..
söyledigine bak!

Sonntag, 3. August 2008

apres


..kiosk kapaliydi tabi, o zaman cumartesi ögleden sonralari apartman bahcesinin disinda, en azindan 200m yaricapli cember disinda, neler oldugunu bilemedigimiz icin, kioskun kapali olup olmadigini bilmiyoduk, panjurlar kapaliydi.. sadece bahnhofun ordaki kiosku biliyoduk hafta sonu, o da twister dondurmasi icin, disi yesil kirmizi cizgilerle (cizgiler!) kapli, ortasi limon sarisi daireyle dolu sulu, cok sulu dondurma.. ya da calippo.. neyse, kapaliydi cumartesi kiosk, tek acik olan katolik kiliseydi, icinde de philipp, kucagindaki 3 aylik oglu, yaninda bi kac dk sonra kayitlara gecicek hayat arkadasi (ne boktan kelime kombinasyonu, ama kari, es, yoldas, kardes gibi benzetmelerden daha iidir heralde, neyse, hepsi ayni shice) vardi. o zamanki arkadaslarin annelerini taniyabildim, babalar yoktu..

hayran ola ola, ve hayretle peder dinleyen bi suru kafa, koyden baska bisey beklenemez ama icimde buyuyenin kisa sure önce söndürebilmis oldugum nefret oldugunu anlamak da uzun sürmedi, hic hem de hic.. odun kafalilar, odun siralarda oturmus, odun kafali pederin yuzugun ne anlama geldigini anlatmasini odun gibi dinlediler, sonsuzluk ve sonsuz birliktelik, daire falan filan.. nefretin yine ortaya ciktigi nokta tabi kendi insanlarimi düsünerek basladi yine.. bizde de odun dolu tabi de, heryerde oldugu gibi, ama her odunun ayni hakka sahip olamamasi deli etti beni yine.. bi yandan peder mumun anlamini odunlara anlatmaya baslarken, isik, su vs, ulan dedim bu denyolar elini kolunu sallaya sallaya bize gelebiliolar, istedikleri yerde calisabiliolar, bisey ispatlamadan, odun olmadiklarini ispatlamadan, odun olduklari icin sanirim.. da biz odun olunca da suc olmayinca hepten suc.. sürün dur, odun olmak icin ayri sürün, odun diilken, odun olmadigini ispat ederek sürün, her türlü.. böyle düsünürken, bi de vaftiz midir nedir, o tören de basladi, uyuyan bebegin alnina sapur supur su püskürtüp bi de cocugu uyandirdi peder..


hersey batmaya basladi birden.. bi anda.. bi anda olamazdi, birikmisler, söndürdügüm sandigim hislerin ortaya firlamasi.. lost control gibi.. hic bi zaman olamazdi bu, yer sabit kaldikca, mümkündü.. hemen yer degistirmem gerekiyodu, bisiklet iyi ki ordaydi, binip, gittim, en kisa zamanda bisikletle katedilmesi mümkün olmayan mesafeyi geride birakabilicek makinayla sahneyi degistirmek lazim..

Mittwoch, 30. Juli 2008

02082008


philipp baba olduktan sonra, yanindaki hatunu beyaz giysiyle de görebilicek.. kilise dügünü..

ya dicem philipp, az mi kizarirdin 7 yas hatun sürüsüyle pesinden kosarken, 7 yasinda da hatunluk oluyomus, oluyodu, fosforlu renkli kazaklarla, hatta en cok da o dönemde etekli dolasirken, mel & kim taklidi yaparak her 2 günde 1, respektibil, umursamadan, en umursuz, gummitwist arkadaslari görücegim gün olucak ayni zamanda.. bi kilise icin bi de onlar icin gidicem, bakalim neymis.. 4000 kisilik köyüme gideyim bakalim, tas oynamamistir yerinden, oensingen hala oensingen.. bayramda astiklari bayraklar da aynidir.. ölmediyse, ders arasinda kirmizi eksi tatli nudelnlari aldigimiz kiosktaki kadin bile aynidir.. yapisik, bi de benimkiler extra terli, ellerle el isi dersine devam.. yün ve sis ciyk ciyk o dakka.. kikir kikir, ve önemlisi umursamaz..

"
but ask me why, and I'll spit in your eye"

Mittwoch, 23. Juli 2008

a la main


".. seni hatırlarım, başka bi sen ararım..
küçük odamda, aşk için yaptıklarım..

geceleri tv, açık kitap sayfaları..

düşününce..

düşününce..

tüm yaptıklarım senin için.."


dlya ti.. für dich.. pour toi..
esto es para ti..
lo hago por ti..

dinlerken yazmak istedim.. tam hissettiklerim diil, zaten hissettiklerimi yazmaya başladığım an, hisin yerini başka bi duygu alıyo, değişiyo, sürekli.. şimdiki gibi..

"ne kadar uuraşsam da seni aklımdan atamam.."

bunu her zaman yazarım.. burdaki his sabit.. bu his sabit.. sabit bi his bu.. değişiceğini hiç sanmıyorum..

pour toujours.. gayet!

bague en brillant


- hab den ganzen tag schon drauf gewartet, dir das paekchen zu geben..
- du bist so unglaublich

- .. es ist gar nicht so einfach, eine frau wie dich zu beeindrucken
- (schweigt, grinst, blickt vom fenster raus)
(es klingelt, diiididiidididiiidumtrackkztyen)
- oh, tschuldige bitte, ist von der arbeit..
- kein problem, geh ran
- ja.. dann geben sie den ordner doch bitte herrn müller weiter, er kennt das thema, un
d bitte ruft an, falls ihr nicht weiterkommen solltet.. bis morgen ...tja, feierabend, aber man kommt nie so richtig los vom geschaeft..
- ja, muss wohl sein, wenn man eine wichtige persönlichkeit ist, in der firma

- aber lassen wir das jetzt, was machst du denn so gerne? was kaufst du am liebsten ein?
- hab eine porzellanschwaeche, oder schmuck.. da könnt ich stunden damit verbringen, mir die farbigen glitzerkeiten anzuschauen..

- öffne bitte das paekchen
(es klingelt, diiididiidididiiidumtrackkztyen)

.. oh tschuldige bitte..
(sie zeigt ein gesichtsausdruck zwischen bewundern und schmollen)
- ja, herr m
üller weiss da bescheid.. ich red dann morgen mit ihm.. ok? bis morgen..
- es ist ein bezaubernder ring.. vorallem das grüne..
- ja, verzeih mir bitte wegen den anrufen, aber ich kann nicht anders

(sie schweigt, la
esst sich von den menschen im cafe ablenken, schaut aus dem fenster raus)
(es klingelt, diiididiidididiiidumtrackkztyen)

- tschuldige bitte.. ja herr müller, schön dass sie anrufen, wir müssen morgen dringend sprechen.. es geht um den fall bambolastryahikanovic.. um 7uhr30 in meinem büro da
nn.. bis morgen..
- jürgen
, nimms mir nicht übel, aber ich glaub, es ist besser wenn wir jetzt gehen..
- sandra, es tut mir leid, lass es mich wieder gut machen bitte.. du weisst..

- ja ich weiss.. ich muss jetzt gehen

(es klingelt, diiididiidididiiidumtrackkztyen)

Je me vis dans le miroir...et...


- hepsiyle mi konuşucaksın?
- ja wieso nicht?
- mümkün mü böyle bişey?
- fast unmöglich..
- hep açık kapı bırakıyosun..
- ein versuch isses doch wert oder?
- emin diilsin yani..
- da irrst du dich, bin mir so ziemlich sicher..
- etrafına bi bak, umudunu çoktan yitirmiş olman gerekirdi..
- so schnell geb ich nicht auf.. du kennst mich..
- hem de nasıl!

nail-road-wall


ya philipp dedim, bırak bu işleri, beceremiyosun dedim, kırmamak için çok çabaladım ama bu kadarı da rezillik dedim, kendine gel dedim ya, bi kendine gel.. aldı boyayı, fırlattı yere, üstümüze sıçradı bi kaç damla, çık dedim dışarı çık, al boyalarını, olucak gibi diilsin, hala bira diyosun patlıcan ezmesinin yanına, bi kaç tur at, dön dolaş, öören, öörenirken de uzaklaş mümkünse dedim.. bi yerlere vardıysa iyi, jakobsweg iyi gelebilir demiştim.. belki yolun üstündedir..

daha fazla türkçe yazcak durumda diilim, burnum akmaya başlıyo yazdıkça.. sonbahara az kaldı nasolsa.. şimdiden..

Freitag, 18. Juli 2008

cowboys in vals


"...they seem tough
but it's just a bluff
somethings aren't hard to tell.."

vals olur, kadıköy olur, genelde böyledir.. dön dolaş, oyunbozan bisiklet zinciri gibi..

..im juli.. so ziemlich mittendrin


it was n accident, i didn't mean that..
not really..

nen becks bitte..
machen'se 2..
gehts zusammn?
ja..

like.. u r like the man of the corner..
c'est possible..

Donnerstag, 10. Juli 2008

110708-nürnberg-sachs


günes acti ögleden sonra bi ara, zaten sadece yeni aldigim kitabin agırligindan olusan cantamla gidip eiskaffee icicektim, sabahtan planladigim gelisigüzellik bundan ibaret olucakti, oldu da.. tabi bile bile o renkli cafeye gittim, genelde ama benim gibi istisnalarin da bulundugu, ama genelde escinsellerin kendini iyi hissedip rahatca oturabildikleri cafeye ugradim, semsiye altindaki gölgeli masayi sahiplendim bi kac saatliine. Vanilyali dondurma ve soguk kahve, satirlarin beni güldürmesiyle birlikte yan masadakilerinin de gülmeye baslamasi, daha da gülebilmeleri icin, okudugum satirlari tekrar yüksek sesle okumam, bunun üzerine kitabin ismini merak edip söyledikten sonra yazarin ismini not etmeleri.. sonra tek cinsiyetten olusan 3 masayi birlestiricek kadar kalabalik bi grup geldi.. cok kibardi hepsi cok, narin, temiz gömlekli, parlak tenli, hediye paketini noelden önce ise alinan hediye paketci stajerlerden daha zevkli hazirlicak olanlardan.. sonra kitaptan hafif kopup, kafamdan bikac fikrin olustugunu hissettim, artik gülüslerim satirlara diil, yandaki 2 masayi cevreleyen grubun marifet tahminlerime aitti, bi daire olustursalar, capi 2,5m olur..gibi.. hepsi, filmin baslamasina yarim saat once kala gelicek philippi beklerken gerceklesti.. philipp isten cikmis, filmin baslamasina tam yarim saat kala yanima geldi, biletleri ayarlamis, ne gereksiz dedim, ya dedim philipp napiyosun ne ayarlamasi, sinemada en fazla 11 kisi oluruz dedim, olsun dedi.. ne halin varsa görün almancasini söylesem de iltifat gibi yansicagi icin, tamam dedim gidelim..unuttum dedim, escinsel olan göbbels miydi göhring mi? tam bilmiyorum dedi philipp. bosversene dedim philipp, alayi ibneydi..

disardan etkilenebilcegim kadar cok kombinasyon vardi filmi izlemem icin.. oynadigi ilk gün gitmem gerekiyodu, filmi izlemeden önceki kombinasyonlardan bi kacini saymak isticek olursam, ki istiyorum, ne olmasi, tim roth, bruno ganz, alexandra maria lara, bu laranin hitlerin sekreteri olmasi, hitlerin bruno ganz olmasi, daha gecen haftasonun gecesinin bi yarisinda bruno ganzin behind me’sini izlemem, tim roth ve bruno ganzin bi araya gelmesi, maria laranin der tunneldeki en maria hali, bunlar disardan gorduklerimdi.. filmi izledikce, en azindan filmin yarisina kadar, coppola da olsa, detaylari yaratan adamin beni takip ettigi hissine kapildim.. her sahnede oturus seklimi degistirerek nefes alis sesini bastirdim..

daha filmden önce sözünü ettigim göbbels cikti bi ara, biyikli avusturyali göründü, anildi, kitabini gösterdiler, bregenzten trenle gecip pasaport kontrolünde tekledi, 2 hafta önce gectigimde arkamda oturan adamin pasaportunu damgalayan polis gülümseyerek yanimdan gecti, dominik, domenico, der erste kuss überhaupt, ticino-tessin, corco, g-i-o-r-g-i-o diye yaziliyo dimi diye sordum italyanca corcoya, evet dedi, sevindi; zürich, yakinda, subway, siradaki tecrübe, dizi dizi.. daha önce de, basel-liesthal, ilk evlenme teklifini alip reddedisim, oui jean, ja jan, yes ian, evet can, yok, fransizcayi kullanmak icin beklicem, even if you won’t talk to him again; leningrad, rusca konusan kadinin moskovadaki santiyedeki özbek cayciya benzemesi, ikiz gibi, seda hanum san petersburgtan galdiiiiiz? Geldim geldim.. kofi smolokom da? Da, da, bi zahmet.. fener bardaama doldurur getirirdi güler yüzle, hep de gülerdi, bazen ruj da sürerdi, cirtlak kirmizi, hep ojeli, hep kirmizi.. avusturyalinin cikardigi isaretin en minik halinin bu özbek cayciya benzeyen oyuncunun don danteline islenmis olmasi, kücücük isaretin milyon kati kadar büyüklügündeki celik yapinin filmi izlediim sehirde tam 60 yil önce omuzlarda tasinmis olmasi.. ilk denizli sahnede 4 yil ugramadigim kusadasini hatirlamam, hatirlamak istemesem de.. duvara sebep oldu.. coppola da okumus ki, ayna doluydu duvarlar.. tim roth da duvarini aynayi kirarak yikti.. al sana bi nokta daha..ve tabi.. doppelgaenger, double life.. siouxsie..her ayna olsa iyi, her yer degistirme, her kisi..

kahverengin üstünlügü, film boyunca, bi de kahverengi derken kahveyi hic hatirlamadimi fakettim, kahverengi derken, ne kahvenin kokusunu ne tadini ne de rengini aklima getir(m)iyorum..ne expletif, adeta!

ben bunlari izlerken, yerimde duramazken, beni izleyen birinin olmasi gerekiyodu, ayni anda hem bunları hem de kendimi görebilmem icin; dokunabilicegim türden birinin varligindan yoksun olduguma göre, secimimde özgürdüm..

sinemadan, (eskiydi, rutubet kokanlardan, kadiköyü hatirlatan, öz bi koku) ciktigimizda, multi-kulti dedikleri bölgede olmasinin da etkisiyle, tarkan sesiyle gecen bi arabayla gercege döndük.. yaa dedim philipp, simdi söyle bakalim patlican ezmesiyle birlikte en güzel ne gider? Bira diye cevap vericeginden korktugum icin sormadim, uykum var dedim ben eve gidiyorum.. bu aksam izleyen fassbinderdi..

Dienstag, 8. Juli 2008

0708


..it feels like i'm everywhere
like when you fail to make the connection, you know vital it is
when something slips through your fingers you know precious it is
and you reach the point when you know
it's only your second skin
..
it's only your second skin

someone's banging on my door..

..it feels like i'm everywhere..

070808


..sell me a coat with buttons of silver..
..sell me a coat thats red or gold..
..i..feel..cold..

060708-chur-pazar


Gidiste giris kapisina göz atmadan gectigim eski cafenin eski masa örtüsünden daha eski olan masasina, otto wagner cizgi düzenini arattirmayacak derecede dizilmis olan sirasindan bi tanesine gecip oturdum, aslinda gitmek istedigim yerin bu ay boyunca yaz tatilinde olucagini bildiren kagidi okuyup, bikac yere baktiktan sonra ayni gelis yolundan geri dönmeyi tercih ettikten sonra, yagmur da yagmaya baslamisti, gözümü atmadigim giris kapisini sectim. Tenis turnuvasinin baslamasini bekleyen, onlara karsi cikip aslinda tour de france’u izlemek isteyen bikac grup yasi ilerlemis insanlarla doluydu aydinlanmasi icin mevcut isik gücünün en az 3 katina cikarilmasi gerektigi mekanda, bulutlarin günisigini emdigini de hesaba katarak, yok, bu tür hesaplardan kurtulmamin imkani yok artik, Pazar kilise ziyaretinden sonra hakettikleri, öyle anlatildi sanirim kilisede, yemeklerine kavusmayi beklediler bi süre siparisi verdikten sonra. Elbette duydum girer girmez calani, o yillarda ayni civarlarda yasayanlarin cogunun evinde olan hit-kaset. Cogu almanca söylenmis, fransizcanin da bolca eklendigi 70lerin sonlarina dogru cikan tüm hit parcalarin toplandigi kaset. Siyah masa örtüsünün üzerindeki kocaman turuncu daireler, capi büyüdükce rengi sariya dogru giderek, en acik haliyle hala turuncu kalan sinir cizgisinin siyahla birlesimi ara ara dikkatimi dagitmayi basardi, ona ragmen yarisina gelmisim mavi kapakli kitabin. Ses, görüntü, satir, satirlarin anlattigi insani, insanin oynadigi filmin karelerini, ayni karede tekrar tekrar görünen 2.insani, 1. ve 2. insanin birlikteligini, ve yine ses.. birlestirdigimde bu yigini, yasinin tahmin edilebilecegi türden ve yükseklikte ahsaptan yapilmis topuklu yazlik ayakkabilarim olsun istedim, sadece oturdugum süre icin. Derisinin acik kahverengi olmasina da razi olurdum. 1964 yilina gecmeden, hesabi istedim, isteyene kadar acik kahverengi, ahsap topuklu ayakkabilarla oturdum, et la vitrine.. deformation classique.. le danse et.. bu gibi kisa dönem tanimlamalari kisimlari ile birlikte bi kac isim gecti aklimdan, konusmasina bakilirsa dogudandi (aus den neuen bundeslaendern, cok da incitmeyen türden söylemek gerekirse) hesabi getiren adam, hizli trenle 9saatte arabayla sürücüsüne bagli olarak 5-7saatte ulasilabilen sehirlerden bi tanesinden. isimleri, anne ve babalarinin dogu baskisina isyan olarak sectikleri yoldan olsa gerek, basit ingilizce olanlardan, mike, nico, david, marc, ronny..

..mais si on te fait trop de mal dans le pays d’ou tu viens, eh bien, on part.. ne isin var burda diye sormaya kalksam, dogu aksaniyla buna benzer biseyler mirildanirdi sanirim.. yoksa, ne isi var burda..

Samstag, 26. April 2008

de toute maniere


Bahsettikleri kahve fazlasından sonra hissedilen yerinde duramamazlık değil şimdiki yer değiştirmelerim, öyle bişey de yok, içmeyen biri olsam belki karşı çıkmamak için inanabilirdim buna, ama tam da en çok tüketenlerden birinin böyle bi gözlemin arkasında durması beklenemez, zaten de beklemesinler. Beklemek yanlısıysalar, beklesinler, beklemekten başka bişey de yapmasınlar, kalıplarında, kalıplarından çıkmaktan aciz, başkalarının tanımladıkları kaplara sığdıklarını görünce hayatlarının doruk noktasına ulaşarak, bu kabı kendilerinin yarattıklarına nerdeyse inanarak, bekleyerek varlıklarını sürdürsünler, böyle var olunabiliyosa eğer, öyle de yok olsunlar, sonuna köpeğin diğer adını peşine taktığımızda alman sıhhi tesisat markasını ortaya çıkaran kelimeyi yazmak isterdim doya doya, ama bu şekilde daha bi doyumlu oldu sanki.

Okumadan önce de domuz sürüsünü andırıyodu bu tip yığın.. bi de bi yerlerde yine domuz örneğini okuyunca, aynı fikirle karşılaşmak sevindirdi, özellikle de orda okumak.. cephelerini indirdiğinde, üstüne domuz sürüsünün saldırdığını görürsün, diyodu, tam çevirmek de gerekmiyo bu tür satırları, aşağı yukarı bu şekilde çevrilen, tam da bu anlama gelen..

Telaş da diil, ego tatmini ya da iç huzurun sebep olduğu ona buna fuzuli görevler yükleyip, yükler yüklemez de burnundan getirircesine sorulara boğmak, yaptık mı ettik mi hallettik mi, ne durumda, oluyo dimi, bitti mi, bunu da ekledik mi, şunu da yazdık mı, hazır mı gibi.. şimdilik bunlardan bağımsızlığın tadını çıkarıyorum.
Benzer soruları, suratıyla oynarken gülme krizlerine girmene sebep olan babaanne sorduğunda, sabır, tiksinme, kasvet, çıldırma, avaz, bağırma, içine atma, bayılma gibi lafların ucundan bile geçilmiyodu. Kıyaslanıcak olan hedef değil, telaşın dışa vuruluş şekli. O şekil ya da bu şekil, duramamanın sebebi telaş da diil demek istedim.

Bahar vs, geç bunları. Bahsetmeye bile gerek yok. Nesini anlatıcaksın ki, hala anlatmaya çalışıp dururlar, at onları da kalıbın içine.

Hem turuncu hem de mor fincanın olsun dürtüsü, her iki durumda da büyük olması kaçınılmaz olanlarından elbette; bisikleti o an sürebileceğin max hızla sürmene rağmen bu sana yetmeyip bi de pedallerin üstüne basarak ayağa kalkıp rüzgarı hissetmek olabildiğince, tabi ki steve mcqueen bakışını gözünün önüne getirip geri gülümseyerek; bütün gün bahçede yalınayak ip atladıktan sonra, birlikte gideceğinin gözünün içine yalvarırcasına bakarak ulaştığın markete de yalınayak gidebilme izninin koparılması zaferi; durağa ulaşmana bi kaç saniye kala sevdiğin parçalardan birinin başlamasına izin verip, kesmek istemediğinden 2 durak sonra inmek gibi taşmalar.. tepki alıcak türden olmasa da, yine de taşmadır.
Dibini görmüceğini bile bile, dibine kadar.. öyle de baksan göremezsin, böyle de baksan, hiç bi açı göstermez ki görmek istediğini, istemediklerini görürsün, onlar da dipte olmayanlardır, yolun üstünde, durmuş olanlar, nokta halindekiler.. yok, leke diil maalesef.

Durum buysa, ein belegtes brötchenin zamanı yaklaşıyo demektir. Elle les fait dejeuner.

Freitag, 25. April 2008

recurrence

24042008

dosya oluşturacak kadar yüklü kağıtlarla, hem orjinallerini hem de fotokopilerini istiyolar burda, o da yerine göre değişiyomuş demek ki, gezmenin verdiği korkuyu sabitlemek için, korkuyu arttıracak nedenlerin olasılıklarının en azını aklıma getirebilmek için, oturdum bi yere, aslında bu tür işleri halletmeden önce, erken gideceğimi bile bile, dönüp dolaşıp seçtiğim yere, hafta içi sokak ışıkları yakılmadan önceki saatlerde taxim’in tadını çıkara çıkara.

korku, endişe, şüphe, bi yandan da sevindiriklik, zaten şımarıklık, ara ara ukalalıkla, zararsız olanından, işte buna benzer bi sürü başka hislerle saatin gelmesini beklerken, etrafı izlemenin en güzel yanı sayfaları çevirme eşliğinde gerçekleştirmektir bilinciyle daha önce yaşanmışlığın, iki anı oluşturan parametre farklarını ayıklamakla oyalandım. tam bir yıl önce, tverskayada bi kafede 3 yıl önce kafama koyduğum ve kesinlikle öğrenmek istediğim dile ait ülkeden insanlarla çevrilmişti masamın etrafındaki masalar, şimdi ise taximde bi kafede, 16 yıl önce bir kısmını öğrenmiş olduğum, kalan kısmını da mutlaka öğrenmek istediğim, (şart bu şart!), dile ait ülkenin insanları oturuyo yanımda karşımda. aynı olan da kahve tadıydı. sayfalarını çevirmeme sebep olan kitabın yazarı tam da o ülkeden olmasa da, kendini oralardan alamıyo, elbette hayranlık duygusuna kapılmış o da, o yüzden de düşüncelerin derinine inip, aslında bunu çok da uzak olmayan bi tarihte bi alman yazmıştı, demekten kaçıyo belki.. diye düşünürken, au revoir demeden kalkıp gittim, sıra beklemeye gidiyodum ama olsun, gitmem gerekti.
-60 yuronuz yanınızda mı
-yanımda
-belgeleriniz tam?
-tam
-geçin bekleyin lütfen
-peki
-isim soyad, bunu alabilirsiniz, 60 yuronuzu görebilir miyim
-görebilirsiniz
-şöyle geçebilirsiniz
-peki
(beklerken, süre uzun olacağı için, soldaki hanfendiyle de konuştuk, konuşup eleştirmemiz gerekiyodu bi kaç konuyu, kıyaslamalarla dolu bi kısa sohbet)
-hanfendi buyrun
-peki
-neden gidiyosunuz
-seviyorum
-anladım
daha fazla vakit kaybetmeden ayakkabının bağı çözülmüş olmasına rağmen hızlı hızlı ahşap masaya kavuşmak istedim, özellikle de ordakinin, en son 4 yıl önce oturmuştum, yine aynı işi halletme sonrasındaki duyguyla.

neyse, bu sefer plaza yoktu. tüm binalar kendi hallerinde, yapıldıkları dönemden kalma, birlikteliklerini bozan herhangi yeni bi yapı da yok, gayet tuğla, taş, eski, ve şimdi öğrenmek istediğim dile ait ülkeyi andıran, hatırlatıcaklar artıyo, haliyle..

Dienstag, 22. April 2008

proche

"..das seinverhaeltnis zu anderen wird dann zur projektion des eigenen seins zu sich selbst “in ein anderes”. der andere ist eine dublette des selbst..."

in diesem satz fasst sich die ganze nachfolge des gründers der frage was das seiende eigentlich ist. die gedanken der nachfolger, die ideen, die sie vllt auch ohne anlehnung an die zeilen, die versucht sogar geschafft haben, was das existieren überhaupt bedeutet, welchen sinn die existenz traegt, dass denken nur dann fortgeführt werden kann, solang die frage lebt, solang die frage belebt wird, solang die frage waechst, man sie wachsen laesst, indem man denkt, antworten findet um auf weitere fragen zu kommen, basieren auf diese beiden saetze, oder andere aehnlichen saetze aus dem gleichen buch, welches für die meisten denkenden, auch wenn sie, obwohl sie gering an anzahl im vergleich zu den restlichen denkenden darstellen, als anleitung und begleitung, teil-und zeitweise regelsammlung auf dem weg zu den antworten “da ist”.

selbst waehrend der beschreibung dieses buches stosst der hauptgedanke auf den schreiber zu, dass die frage eigentlich den weg ausmacht, mag das ziel die antwort sein, die hauptsache ist der weg, bzw die frage, die unser wesen und die sache, also das sein herstellen und diesen, solang wir noch “da sind”, solang wir “sind”, eine bedeutung geben. nur das seiende bedeutet etwas, weil es ist.. auch dieses geschreibsel ist eine nachfolge des buches und des schon einmal gedachtes.. auch das kleine a ist eine nachfolge des ausgangspunktes, und der spiegel im wasser, sei es das stadium, das spiel, wann immer auch es um den spiegel geht, um das ich und das andere, oder um das realistische oder symbolische, sei es etwas imaginaeres, immer wieder lehnt sich der gedanke an den ausgangspunkt, der ab heute gerechnet genau vor 81 jahren veröffentlicht wurde..


knapp nach 30 jahren erschienen die staerksten nachfolgewerken, die heute als hauptwerke bezeichnet werden, weil sie vielleicht verstaendlicher erscheinen als das wirkliche hauptwerk, welches freilich unverstaendlich wirkt, zumindest beim ersten mal, beim ersten lesen, welches vieles in einem erleben muss, wie bewundern, verstehen, denken, fragen, nicht verstehen und die fragen beleben, die kraft aufbewahren um sich von der begeisterungswahn nicht beaengstigen zu lassen.

meine bewunderung steigt jeden tag in einer beschleunigung, die ich selbst nicht kontrollieren kann, und somit auch die fragen.. es ist ein ungeheuer von hoffnung auf ein unbestimmtes gutes und bindung an das entstandene in der vergangenheit, an genau das, was vor 81 jahren passiert ist, welches mir den genuss schenkt, genau jetzt (nicht nur jetzt, es gibt mehrere davon, wie einen punkthaufen, die eine gerade herstellen) die beschleunigung des herzschlags zu spüren.. fragen zu stellen.. den herzschlag zu bewahren..

sinngemaess, besteht hier kein unterschied..

Montag, 21. April 2008

ajoute

die nase ist rot.
diesmal nicht wegen der kaelte, sondern weil sie als das opfer meiner
wutausbrüche ausgewaehlt worden ist, wobei hier von einer der staerksten der innerlichen seite der wut die rede ist, um so schlicht und anstandspraesentierend wirkt ihr aussehen, wovon man ausgehen kann, dass die erscheinung gerade all die innerliche seite verraet, waehrend sie im versuch lebt, aber eigentlich gerade in ihrem versuch verloren geht, welche den weg des gefühlsbesitzers zu bauen beginnt.. ahnungsloses geschehen.

eine weitere rückkehr folgt.
g
anz anders als gedacht haben sich die ereignisse entwickelt, mal abgesehen davon, dass die tatsache von einer entwicklung ganz weit entfernt liegt, da die fakten schon anwesend gewesen sind, waehrend ich ganz fest darauf hoffte, sie entwickeln ja sogar aendern zu können, was mir jedoch nicht gelungen ist, trotz des willens und der massiven anwesenheit der geduld, die nun eine andere wahl jenseits der richtung getroffen hat, welches mich von einem ort zum anderen fliessen lassen wird, bald..unerwartetes hindernis.


das warten bleibt unbekannt.
wieder ist es die gewohnheit, die einen rettungsweg zeigt, obwohl die g
egenwirkung auf den ratschlag wie erwartet ein klarer widerstand war, auf die basis der hartnaeckigkeit gegründet, die ja wieder eine folge des widerstands der ungewohnheiten darstellt, um bei den bekannten gewohnheiten ansatzweise in der naehe zu bleiben, wenn auch nicht ganz mittendrin; im anschluss erreicht man ein regelmaessiges vorankommen, dessen schritte dem null ganz nahe liegen, aber gerade aus diesem grunde das stehen verhindern, also sich doch auf dem weg einer streckenschaffung mühe gebend gewisse fortschritte erreichen; vom begriff warten ganz entfernt, sowohl theoretisch als auch in der praxis, solang es uns die bedingungen erlauben, die wir uns eh holen, so oder so.. anonyme begleitung.

Mittwoch, 16. April 2008

mojit bit


er - dobra utra
sie - dobro dyen
er- tiznayisch gde victor?
sie- niznayu, patschimu?
er- on ni skazal schto bud it strubam..
sie- da? niznayu.. no kak tiznayisch mi russki yazik ni harascho, davay ti gavarim s perevotschik, ladna?
er- nyet, ni nada, gavarisch otschyen harascho, davay na stroyka schast..
sie- zischast?
er- da, patschimu nyet?
sie- nuu, mojna tscherez pyet minut?
er- kaniyaschna mojna..

tscherez adinnatset minut.. gde ana?

trajet


yosun kokulu yürüme yolundan alıcak olursak mesafeyi, sabahın körü d
ışındaki saatlerde bu yoldan bahsetme olasılığı nerdeyse yok, yokuş zorluğundan kaynaklanan süre uzamasıyla, sahil yolu adımlar da birim alınırsa eğer, yokuş zorluğundan hesaba kattığımız süre uzaması yine sahil yolu adımlarının hız artışıyla uzamaktan çıkmakla beraber, sanki mesafeyi gün içinde acelesiz yürüyen adımlarla geride bırakıcakmışız gibi düşünüp süreyi öyle hesaplamak lazım.. sanırım 7dk.. hiç emin diilim, 11dk da oluyodur.. o civarda.. sabah böyle..

öğleyi geçiyorum, herkes darmadaan.. dengeler şaşmış zaten..


akşama dooru bi yerlerde saniyeleri yakalıyoruz ama tam olarak nerde emin diilim, nerdesi de çok önemli diil şimdilik, bi adım, isterse sahil adımı olsun, yine de bi adım işte, ya da bi 37 derecelik bakış, al sana bi nokta, bi derece bi de ulaşılacak nokta belliyse, mesafe de çıkar ortaya, öörenip de unutmadıysan çıkar.. 1sn kabul ettim gitti..
farkında olmadıım anlar için de geçerli bu süre..

belirsiz zamanlarda sınır çizgisinin üstünde.. bi hakem rolü üstlenmişse bi taraf, geçiş kavramı onun dilinden çıkacağından, kendini yine bi vicdan, insaf dosyasında noktalanmaya bırakıyo vaka..(case, işşuu, cas, angelegenheit.. fark!)

Freitag, 28. März 2008

au fond


des etats unis ve de la grande chaumiere otelinin arasında mekik dokumaya harcanan zamana yakın bi süre, kendisinden acele etmesi istendiği belirtilmiş, olsa olsa 1 geceden bahsediyo olabilir, acele ricası her iki taraftan da geldiğinden, bi de hız faktörüne iki tarafın arasında oluşan, aslında çoktandır oluşmuş olan, var bi kere, yok edemezsin ki durduk yerde, uzaktan da olsa iletişim gücünün elektriği de katılırsa, 1 geceden bile bahsedilemez belki..

hiç bi şekilde ismi ilk dört harfine kısaltılmadan önceki gertrud'un sabırsızlığı, sessizliğe ve belirsizliğe artık dayanamaması, oysa ki ne kadar da kendinden emin adımlarla, yere tekme adeta, sergiliyodu dansını, tüm o siyah beyazlığa rağmen, daha önce sayısı belirsiz kere çalışılıp düşünülmüş, o daldaki uzmanlarının da kattığı yorumların da dikkate alınmasıyla birlikte tasarlanmış bir mükemmelliyet, bi yandan da, gertrud'un kesinlikle başkasının, herhangi bi başkasının ne fikirsel ne de fiziksel müdahelelerine izin vermediği, sadece kendi hayallerinden ve o anda oluşmasıyla sahnenin önündeki kitleye aktarması bir olurcasınayı düşündüren bi kendilik..

o kendiliğin içindeki sabırsızlığın da etkisiyle, sadece ekrana kitlenmiş, ya da onun sayesinde kitlenicek olan, kitleyeceğinden de hiç mi hiç şüphesi olmayan şaşırtıcı, bu sebeple de ürkütücü sahne anlarının yaratıcısı diyelim, soğuk hava koşullarında yetişenlerden olan, istediği kadar donuk ve işine aşık olsun, bahsedilen 1 gecenin olabildiğince kısa sürmesinde onun da payı vardı işte.. sonrasını düşünmek engeline saplanmadan gelişti zaman..


zaten gertrud kendini yeterince sağlama almıştı mesleğini eleştirmeyi meslek edinen adamı odasına kitleyip "sahnedeki varlığımı izlemiş olmandan sonraki etkilenmelerinle, al sana bi de bi kaç resim, renkli olmasını istediğim için kendi gözümle de renkleri dahil ettiğim çizimleri veriyorum sana, döndüğümde bunlara, yani bana dair, resimlerle tanıdığın bana dair, aslına bakarsan, bundan başka da bi ben yok ya, neyse, yazıp bi noktayla bitirdiğin sayfaları görmek istiyorum" diyerek..

odasında yalnız kalan adama da yapacak başka bişey kalmıyodu, bi yandan de la grande chaumiere’in bulunduğu sokak, bi yandan önceki geceden kalma, bulunmaması gerektiği yerden kurtuluş kutlamasının sarhoşluğu, çok da uzağa gitmeden de düşünecek olursak, çok emin olduğu kısa sürecek gecenin sonundaki birliktelik başarısı, kendisinin olmayacağını bile bile.. yazıcaktı bunları sadece, hiç bi taraf olmadan, herkes olma üstünlüğüydü onun yaşadığı.. gertrud’u daha da bi gert yapan bi üstünlük türü..


Dienstag, 25. März 2008

sahnede tek


halbuki uzun zamandır birikmiş ordan burdan haberleri nispeten takip edebil
me uzaklığına katmak istiyodum - diyelim ki- dolaba, buraya gelmeden önce, en azından güne hatta haftaya başlarken haftanın sonuna yaklaşmaya az kalmadan önce sevinç odak noktası şu an ve şu anda yapıcaklarım olucaktı.

kendini plaza kategorisine sokan, ya da onları
o sınıfa zorla dahil eden, kendi isimlerini duyurabilme hevesiyle en üstteki kendi benlerine ulaşmak için mutlaka, her neyse o cam ve beton yığınlarının aslında yine başka yerlerle kıyaslanırsa, ki bu kaçınılmaz bi eylem artık bi kaç dönemden beri, hakikaten (hakkaten üstüne basa basa) bücür kelimesini andırdıkları çıkıyo ortaya, hem görünüş hem kabiliyet anlamında; elbette bunaldım o bücürlerin arasında ama sonucu da alıcaktım, alamadım, bücürlüğün yanında bi de beceriksizlik. tarihleri yanlış kondurmuşlar sembollerimi kaydeden defterlerden bi tanesine.

kaçırdığım bişey yok, sinirlenmenin faydası da yok, yönetici miyiz lan burda sakin numaraları yapalım! hazır sinirlenmişken zaten bunları yazmama sebep olan, dolaylı yollardan olsa da, ki en etkilisi böyle oluyo heralde, o gövdeyi de dahil ettim gitti.
onun yüzünden ya da sayesinde henüz bilmediklerimin peşinde koşup durdum, durmuş diilim, dün okurken şimdi kelimelerle kusuyorum, hem de kahvenin içilceği son yerde, bu sefer koltuklar bile rahat diil, bitsin, bi tuvalete girer şimdi görmek istemediim benle karşılaşıp, tanıyıp, şaşırıp, çıkarım, en iyi ihtimal bu bugünlük.
kendi türlerimin, cinsiyet, kadın diyelim, konuşurken hareketlerine dikkat etme tutkunluğu, her fırsatta, çoğu zamanda da aşağılamaktan ötesine gidememe, göz göze geldiimizde daha uzun bakabilen olmama sebep olan da o sanırım. onlardan bi kaç tanesi, özetle bi tanesi aslında. neyse, işte böyle oluyo, istediim kadar sinirleniym, yine karşı ahşap masadaki ikili konuşmaların kısa ama sık sık keyif doruklarına dahil oluyorum bakışlarımla, şimdiyi yaşamak adına yapabilceğim minimum çabayı harcayarak, başkalarının oluşumlarına katılabiliyorum. şimdi, düşünmekle geçiyo işte, bi sonrası ne zaman olucak, oldu mu, yani şimdiden aslında çok uzakta.
hem sahnede aslında teksin, hem gidişat tamamen başkasının elinde, yönlendirmeye bile izin yok. hepten başkası olarak öylece sahnede durmak zorundasın. kendin de ne izleyen, ne gövde anlamında katılabilen sen, ne de yazan. tanımlayıp yayınlasınlar bu tür beni o zaman, mümkünse şimdi.

Freitag, 21. März 2008

format

Standart bi günde, standart 3-4 şeritli otobanın standart zihniyetler sonucunda oluşan 3-4 şeritliyi standart dışılıktan bırakan 5 şeritli standartlığın hakimiyetindeki saatlerde, standart bi alışveriş merkezinin standart giriş kapısından girip, standart giysili fuzuli ötesi işlevsiz standart kontrolden de geçtikten sonra standart alışveriş merkezi inşaatlarında zaten bilinen 1-2 yürüyen merdiven markasının ancak yer alabileceği standart ihale kapsamına girebilicek yürüyen merdiven firması ismini okuyup kafasını kaldırdıında standart ifadeleri görüp içinden standart dışı övgüleri ya da aslında sövgüleri kullanarark, yine kendini kendine standart soruları sorarken bulmadan önce bi zamanlar onun için standart dışı olan bol sütlü kahvenin sihrine kapılabilme olasılığını geçirdi aklından. Bi kaç yıl sonra standartlıktan aslında çok uzakta standart nüfus cüzdanımda ismi geçen ülke isminin avrupalıların götünün dibinde olabilme isteğinin herhangi standart bi kurbana dönüştürme hırsı ile yanıp tutuşmaktan, içilen kahve de artık hepten standart varlıkların yanında içilicek, sigara içenler standart giriş kapısının önünde kısa konuşmalarına dalmışken, içerdekiler de (eigentlich) temiz havada, dumansız olanından, standart haberlerin yayınlandığı gaste sayfalarını çevirme seslerinde standart bi hızla boğulucaklar. Geberseler de çok üzülmezmiş gibi hissetti, suçluluk duygusuz hem de. Oldukça standart bi kahve tadından da etkilenemedikten sonra bilgisayarının kapağını açıp, aslında sürekli düşündüğü konu hakkında bi kaç yazara ait , ordan burdan olanlardan, şubat ayında çıkmış olan sayfalar yığınına sahip olma isteği ile, sahip olmadan önce bilgisayar ekranında beliren standart süreçlerden (kutucuk, seçenek, rakam, isim, kimsin nesin, neyin nesisin, biri misin?, galiba, klik) geçerek, süreci başlatmış oldu.

Kreuzberg


Versuchend nicht daran zu denken, dass dies der letzte Abend in dieser Rettungsstadt, ja sogar besonders in diesem Wunderbezirk ist, laesst sie sich, mal wieder, wie immer, in all ihrer Sehnsucht nach dieser Menschenmasse, grundlosen Hektik, fliessen. Die Begleitung der Zufriedenheit alle Punkte des Tagesprogrammes abgehakt zu haben, lassen sich am Schwung ihrer Schritte merken.

Chinesisch Essen in Kreuzberg als Abschied mit der Stadt, die all ihre Vorstellungen nachweisen konnte? Mit einem plötzlichen Wenden nach rechts geht’s ins Usta Restaurant. Das Menu-Schaufenster genau so eingerichtet, mit der chaotischen Ordnung, wie in ihrer Heimat.


Das Aufrege
n über die Meinungen, dass Döner das Hauptmenu ihrer Herkunft sei, hat sie seit langem aufgegeben. Gleichzeitig findet hinten in der Küche eine Sanierung statt. Ein paar Maenner schauen bei der Reperatur zu. Auch sie blickt in die gleiche Richtung, bis er in denselben Laden eintritt. Er stellt seinen Rucksack auf den Stuhl und wagt es nicht einen Blick in die Menukarte reinzuwerfen, da er wahrscheinlich öfters hierher kommt, was der Kellner mit seiner Reaktion auf seine Anwesenheit verraet. Ja, er ist sich sicher, dass der Gast wieder „das gleiche“ nimmt, wie immer. „Gerne“ bestaetigt er.


All dies sieht und hört sie mit der Faehigkeit der Augen, die auch ein Teil des Bildes sehen können, auch wenn sie nicht den Punkt zielen. Eine unerklaerliche Freude überfüllt sie, eine unerwartete Gemeinsamkeit. Die fast melancholische Stimmung ersetzt sich in einen Plötzlichen Beginn eines Gespraechs, einer für sie erwartenden Aufklaerung des Pides, die in einem Körbchen auf den Tisch gestellt wurden. Dafür stehen die Menschen früh auf und bilden eine Warteschlange, nur um ihn frisch zum Ramadansfrühstück (Sahur) essen zu können, erklaert sie mit Geduld. Nachdem sie mit der Erklaerung eine Pause macht, merkt sie erst, wie laut sie doch gesprochen hat.


Von Unbewusstheit kann hier nicht die Rede sein. Sie wollte, dass er auch alles mitkriegt. Zum ersten mal blickt sie zum Tisch nebenan, und sieht ihn, seine Augen, sein Dasein wird ihr jetzt endgültig bewusst. Sie ist sich in dem Moment klar, dass diese Begegnung nie aus dem Kopf gehen wird. Immer wird sie eine feste Stelle in ihrem Gedaechtnis für diesen Moment haben. Auch der Baklava kommt vor ihn serviert, ohne dass er einen bestellt. Sie schaut in die Bücherangebotsbrochure, freut sich auf die Preise der Hörbücher, schluckt ihren Ayran als Erfrischung nach dem Pide mit Kaese und Spinat runter.

Der Bus, den sie aus dem Fenster sieht, erinnert sie an die Zeit. Sie will noch den neuen Film noch sehen. Und jetzt? Will sie das wirklich? Ausgerechnet jetzt, in der 11.Sekunde des Treffens ihrer Blicke und genau dann, wo sein Laecheln erscheint? Sie gibtdies nicht schon vorher geschehen ist. Die Augen treffen sich beim Zahlen, Öffnen der Tür, Warten auf und Einsteigen in den Bus. Sie nimmt sich vor, nach dem Kino zurück in den Laden zu gehen. Der Film macht ihr trotz der gemütlichen Sofas nach dem schönen Eingang durch den Hof keinen Riesenspass. Mit Gedanken ist sie bei ihrer Entscheidung und der Vorstellung, eher der Frage, ob sie ihn jemals wieder sehen würde. Sie steigt in die U-Bahn, und merkt dabei, dass sie die richtige Nummer erwischt hat, ohne drauf zu achten; der erste Schritt der Gewohnheit ein Laecheln zurück, wobei sie sich nicht so ganz sicher ist, ob an einem Ort. Automatisches Erkennen der Richtungen. Es ist vom Alltag die Rede.

Den Laden habe ich nie wieder gesehen.

Donnerstag, 20. März 2008

Interview mit Karl Bartos

Kurz vor dem Konzertbeginn und nach dem Soundcheck fanden wir doch noch die Gelegenheit Karl Bartos ein paar Fragen zu stellen. Zwischen all der stresslosen, beweglichen Stimmung, suchten wir uns den stillsten Platz aus und ohne den Moment realisieren zu können, mit (für uns) einer der wichtigsten Musikern ein Interview zu führen, fingen wir gleich mit der ersten Frage an.

snag : In den Interviews mit aktuellen Bands, sei es die Richtung Elektronik, Industrial, EBM, sogar Gothic, liest man, dass Kraftwerk einen grossen Einfluss auf deren Musik hat. Wovon oder von welchem Musiker waren Sie denn damals beeinflusst?

KB : Ich bin ja geboren in den 50er Jahren und bin in den 60er Jahren gross geworden. Da haben die Beatles den World-Sound aus Amerika von Chuck Berry usw übersetzt, für uns Europäer. Damit sind wir gross geworden. Die ganze Gesellschaft hat sich sehr verändert. Es hat so was stattgefunden, dass man gegenüber seinen Eltern eine eigene Meinung bringen konnte, aufgrund der ganzen Jugendbewegung. Klingt heute für die Jugendlichen alles selbstverständlich, aber das alles musste irgendwann nach dem Krieg mal anfangen. Das hat genau in den 60er Jahren stattgefunden. Und der Träger dieser ganzen Bewegung war die Musik.

snag : Heutzutage beschäftigen sich die Bandmitglieder als Anfänger nicht nur mit deren Musik und haben nebenher noch einen anderen Beruf, wegen der finanziellen Lage. War das damals bei Ihnen am Anfang auch so?

KB : Ich hatte den Plan mit Musik mein ganzes Leben lang Geld zu verdienen, dass ich auch davon leben konnte. So habe ich Musik studiert. Ich wollte Musik unterrichten. Wollte es erst mal lernen und Teil des Musikbetriebs werden. So habe ich mein Musikstudium abgeschlossen und danach Musik unterrichtet. Jetzt habe ich den Job als Professor an der Uni der Künste in Berlin im Studiengang Sound Studies..

snag : .. für das Fach Akustische Kommunikation..

KB : Woher wissen Sie das?

snag : Haben wir geforscht..

KB : Im Internet.. Das ist eine unglaublich interessante Aufgabe jetzt. Fängt im Herbst an, im April beginnen die ersten Aufnahmeprüfungen und Anmeldungen. Da wollen wir mal schauen wer da kommt.

snag : Akustische Kommunikation. Hat ?Communication? einen Zusammenhang mit dem Namen des Studiengangs?

KB : Das war irgendwie zeitgleich, ganz interessant. Als ich dann eingeladen wurde an die Universität meine ersten Vorträge zu halten, kam der Name einfach so; war nicht geplant.

snag : Während in Deutschland damals die strenge, elektronische Richtung mit den industriellen Klängen entstand, fing in England, bzw. Manchester, die düstere Richtung mit depressiven Songtexten..

KB : Joy Division

snag : Genau... mit chaotischen Gitarrenklängen und verstecktem Schlagzeug. Wie haben Sie dasS damals gesehen, wie fanden Sie die Entstehung des Madchesters?

KB : Die Punkbewegung hatte ja schon einen Sinn. So haben wir das auch wahrgenommen. Die anderen Musikrichtungen hat man zwar informationsmässig erlebt und auch registriert, aber wir waren im ganz anderen Planeten im Studio und beschäftigten uns mit der auditiven Mediengestaltung, mit dem Konzept der elektro-akustischen Musik. Da hatten wir uns mehr für uns selbst interessiert, für unsere Musik und dies war eigentlich eine Art Electronic-Life-Style.

snag : Kannten Sie Bernard Summer und Johnny Marr schon damals oder kam das später mit dem Electronic-Projekt?

KB : Nein, sie haben mich angesprochen, das war 1993-94. Da hatten wir telefoniert und sie haben mich besucht in meinem damaligen Studio in Düsseldorf. Wir haben uns supergut verstanden und Zeit miteinander verbracht. Dann bin ich fast für 2 Jahre immer wieder nach Manchester geflogen um mit Bernard zu arbeiten.

snag : Die Hacienda- Stimmung..

KB : Hacienda, ja.. war ich auch..

snag : Im Film 24 Hour Party People wurde viel davon und über die Entstehung von Joy Division erzählt..

KB : Da wird jetzt ein Film von Dandy Warhols gedreht und da soll ich auch mitspielen aber das interessiert mich Null.. Was mich wirklich interessiert, im Zusammenhang mit Film, ist der Sounddesign, das heisst akustische Kommunikation, in dem Sinne wie man mit Geräuschen einen Film machen kann. Mich interessiert Klanganthropologie, was Klang für uns Menschen bedeutet, wie wir die Welt über die Ohren wahrnehmen. Der primäre Sinn für uns sind die Augen. Wir nehmen die Welt über die Augen wahr. Jedes visuelle Signal hat absolute Priorität. Der Geruch -und Gehörsinn ist ein zweiter Sinn; ein zweitklassiger Sinn möchte ich nicht sagen, aber er hat nicht diese Priorität. Das hat viel weniger an messbaren Werten, die unser Bewusstsein erreichen, als das was wir über die Augen wahrnehmen. Und das sind Dinge, die mich interessieren.

snag : Und darum gehts auch im Studiengang..

KB : Genau darum gehts im Studiengang. Immer mehr Unternehmen und Kommunikationsabteilungen der grossen Firmen stellen fest aufgrund der vermehrten Entwicklungen im auditiven Mediendesign, also in den neuen Medien; im Fernsehen, im Mobil Telefon. Überall spielt Sound eine grosse Bedeutung der jetzigen Kultur. Die Universität der Künste in Berlin hat eben diesen Studiengang Sound Studies in die Welt gerufen um dem Rechnung zu tragen. Wir wollen eben die Leute ausbilden zu Klangberaterinnen und Klangberatern, zu Klangdesignern und Klanggestaltern, die uns teilweise aus der Anthropologie und aus der Klangpsychologie, Psychoakustik Erkenntnisse bringen, um ein Fundament einer Ausbildung zu geben.

snag : Mit welcher Farbe würden Sie Ihre Musik definieren.

KB : Kann man schlecht definieren. Es sind ja auch die Frequenzen, die Töne und Geräusche, die ein ganzes Spektrum beinhalten. Wenn man alles zusammenbringt, durch ein Prisma scheinen lässt, entwickelt sich die Farbe, die alle Farben beinhaltet : Ultraviolett. Und der Klang ist das weisse Rauschen.

snag : Sehen Sie sich als Musikarchitekt oder eher als Musikingenieur?

KB : Was mich einerseits an der Musik so fasziniert : Worte erklären ja die Welt und stellen die Welt dar. Musik macht das nicht. Musik stellt die Welt nicht dar, Musik ist nichts. Ein Akkord bedeutet nichts, eine Melodie erhebt keinen Sinn. Es ist einfach nur Mathematik. Physikalische Schwimmungen funktionieren in einer Matrix für analogische Gesetzmässigkeit. Aber wie durch ein Wunder wird durch akustische Schwingungen, Gefühle.

snag : Stundenlang kann man Ihnen zuhören, wie Sie die Musik wahrnehmen. Kann mir die Gesichtsausdrücke der Studenten an Ihren Vorträgen vorstellen. (Noch 1 Stunde bis zum Konzertbeginn). Wir freuen uns, Ihnen und Ihrem Team bald zuhören zu dürfen und wünschen Ihnen viel Spass auf der Bühne. (Dies hatte er.)