Samstag, 26. April 2008

de toute maniere


Bahsettikleri kahve fazlasından sonra hissedilen yerinde duramamazlık değil şimdiki yer değiştirmelerim, öyle bişey de yok, içmeyen biri olsam belki karşı çıkmamak için inanabilirdim buna, ama tam da en çok tüketenlerden birinin böyle bi gözlemin arkasında durması beklenemez, zaten de beklemesinler. Beklemek yanlısıysalar, beklesinler, beklemekten başka bişey de yapmasınlar, kalıplarında, kalıplarından çıkmaktan aciz, başkalarının tanımladıkları kaplara sığdıklarını görünce hayatlarının doruk noktasına ulaşarak, bu kabı kendilerinin yarattıklarına nerdeyse inanarak, bekleyerek varlıklarını sürdürsünler, böyle var olunabiliyosa eğer, öyle de yok olsunlar, sonuna köpeğin diğer adını peşine taktığımızda alman sıhhi tesisat markasını ortaya çıkaran kelimeyi yazmak isterdim doya doya, ama bu şekilde daha bi doyumlu oldu sanki.

Okumadan önce de domuz sürüsünü andırıyodu bu tip yığın.. bi de bi yerlerde yine domuz örneğini okuyunca, aynı fikirle karşılaşmak sevindirdi, özellikle de orda okumak.. cephelerini indirdiğinde, üstüne domuz sürüsünün saldırdığını görürsün, diyodu, tam çevirmek de gerekmiyo bu tür satırları, aşağı yukarı bu şekilde çevrilen, tam da bu anlama gelen..

Telaş da diil, ego tatmini ya da iç huzurun sebep olduğu ona buna fuzuli görevler yükleyip, yükler yüklemez de burnundan getirircesine sorulara boğmak, yaptık mı ettik mi hallettik mi, ne durumda, oluyo dimi, bitti mi, bunu da ekledik mi, şunu da yazdık mı, hazır mı gibi.. şimdilik bunlardan bağımsızlığın tadını çıkarıyorum.
Benzer soruları, suratıyla oynarken gülme krizlerine girmene sebep olan babaanne sorduğunda, sabır, tiksinme, kasvet, çıldırma, avaz, bağırma, içine atma, bayılma gibi lafların ucundan bile geçilmiyodu. Kıyaslanıcak olan hedef değil, telaşın dışa vuruluş şekli. O şekil ya da bu şekil, duramamanın sebebi telaş da diil demek istedim.

Bahar vs, geç bunları. Bahsetmeye bile gerek yok. Nesini anlatıcaksın ki, hala anlatmaya çalışıp dururlar, at onları da kalıbın içine.

Hem turuncu hem de mor fincanın olsun dürtüsü, her iki durumda da büyük olması kaçınılmaz olanlarından elbette; bisikleti o an sürebileceğin max hızla sürmene rağmen bu sana yetmeyip bi de pedallerin üstüne basarak ayağa kalkıp rüzgarı hissetmek olabildiğince, tabi ki steve mcqueen bakışını gözünün önüne getirip geri gülümseyerek; bütün gün bahçede yalınayak ip atladıktan sonra, birlikte gideceğinin gözünün içine yalvarırcasına bakarak ulaştığın markete de yalınayak gidebilme izninin koparılması zaferi; durağa ulaşmana bi kaç saniye kala sevdiğin parçalardan birinin başlamasına izin verip, kesmek istemediğinden 2 durak sonra inmek gibi taşmalar.. tepki alıcak türden olmasa da, yine de taşmadır.
Dibini görmüceğini bile bile, dibine kadar.. öyle de baksan göremezsin, böyle de baksan, hiç bi açı göstermez ki görmek istediğini, istemediklerini görürsün, onlar da dipte olmayanlardır, yolun üstünde, durmuş olanlar, nokta halindekiler.. yok, leke diil maalesef.

Durum buysa, ein belegtes brötchenin zamanı yaklaşıyo demektir. Elle les fait dejeuner.

Keine Kommentare: