Mittwoch, 24. November 2010

hereford calling

roscoe (midlake) again.. covered by female tom mcrae.. as if the mission would knock on the door in some tunes ..

from american english folk to that rockabilly thing

ignore the interviewer.. fine how johnny marr is explaining the way from american folk to rockabilly-thing step by step in a pure way..


Dienstag, 23. November 2010

iliketrains - he who saw the deep

"Plattenvertrag verloren, Däumchen drehen?".. Das war nicht die Frage, die sich die Männer aus Leeds gestellt haben.

Anpacken und wenn's sein muss, eben ein eigenes Label öffnen. Diese Antwort ist eine mutige, zeitaufwändigste und nicht die einfachste aus all den anderen Wegen, die man sich hätte aussuchen können.

Schliesslich wartet auf David, Guy, Simon und Alistair eine Menge harte Arbeit, die man in ihrer Musik nicht direkt hören wird. Damit die Hörer aber überhaupt an ihre Musik rankommt, musste der Schritt, Karriere hin oder her, sein..
Im Vergleich zum vorletzten Album "Elegies To Lessons Learnt" scheinen die Gitarrentöne eher abgeschleift zu sein. Eher schwebende, segelnde, fliessende Momente in der gesamten Instrumentation statt dem angreifenden Gitarreneffekt.

Wobei manche Fans die feine Aggression in "Death of an Idealist" und "We Go Hunting" mit Sicherheit vermissen werden. Ihr momentanes Motto "Wir schauen in die Zukunft.." hören wir deutlich bei "A Father's Son". Tapferer Anfang, beruhigende, erleichternde Begleitung in die Zeit.

Schlicht und schwebend, genau wie das Album-Cover.

Als Iliketrains-Verfolger ist das Album "He Who Saw the Deep" ein Blick in eine Zukunft, nicht nur mit Hoffnung, hier sei auch der schlichteste Song des Albums "Hope Is Not Enough" erwähnt, die Erkennung auf eine gemütliche Weise, wie die Band sich mit Neuentdeckungen hat beeinflussen lassen.

Sprich : Weiterentwicklung, aber auf keinen Fall Entgleisung.. "When We Were Kings" stellt der Spiegel des leicht gereizten, launischen, freudlosen Lebens der Engländer dar, und das gefällt uns!

Zugegeben, die Platte ist anspruchsvoll, aber etwas anderes haben wir auch nicht erwartet, alles andere würde Iliketrains nicht passen, wo wir wieder bei Entgleisung wären.

Nix da, weiter so!

midlake & erol alkan & richard norris

"Whenever I was a child.. I wondered if my name had changed into something more productive like Roscoe, born in 1891 waiting for my Aunt Rosline"

Plak kösesi, pul gibi.. koleksiyonlarda bulunmayan türlerden

vasfi ucaroglu'nu durduk yerde anmaktan ziyade, plagin sag üst kösesindeki "sahibinin sesi" logosunu sevdim, pencere gibi duruyor orada..


Montag, 22. November 2010

Herbst in München 2010



eigentlich ist er farbiger, der Herbst.. 

Dienstag, 3. August 2010

nada mas


Itiraf edeyim, cok kasvetli bi Cuma gününün sonunda, Münih'in ara sokaklarindaki Türk marketlerinden alacagim yaz mevsimi meyvelerininin elebaslarindan mor erik esliginde izlemek istedigim filmde de hafif esmer güzeli bi insan görmek istedim, gözümüz gönlümüz acilsin diyerek. (Bu aralar) aklima gelenlerden biri Colin Farrell oldugundan, oynamis oldugu en iyi filmlerden bi tanesi, baska da iyi var mi bilemedim simdi, In Bruges'ü (Brügge sehen.. und sterben?) izlemis olduguma yanarak, allah kahretsin galiba Iskender'i izlicem dedim, demekle de kalmadim "yagmurlu hava, Cuma aksami, zaten son haftalar deli gibi para harcadik oraya buraya gitmekle, hava günesli bahanesiyle" düsüncesindeki insanlarin, filmi alacagim yere saldirmis olduklarini bile bile, yani üsenmeden..
Film ilk ciktiginda hic ilgilenmedigim icin ne afisine bakmistim ne de gidilir mi gidilmez mi diye düsünmüstüm, izlenecek o kadar cok Hitchcock filmi vardi ki o aralar :)
Esmer güzeli hedefiyle cikip, film kapaginda uyduruk sarisin bi Colin görünce, rakip tribünde kendi takimini desteklemek gibi bi mide agrisi basladi saniyelik..

Almisken bi müzik icerikli film ekledim yanina, nasolsa Cumartesi aksami da buna benzer bisey olucak, stok bos durmasin.. Aldim filmleri, ilk durak Türk marketi, ikincisi de ev. Bu bahsettigim market de ayri bi esmer güzeli cenneti, anlatirim baska bi zaman..

Yikanmis üzüm ve erikler kasede, sarisin cocuklar ekranda, anne bi icim su, yilan delisi, cocugun dengesiz olacagi besbelli, annesini görmediginde yilan, yilan görmediginde Dogu’ya neden ulasamadiklarina dair anlatilan hikayeler. Vücut olarak saglikli büyüyen delikanlilar, kadinlar her zamanki gibi seytan rolünde, ki ya köle ya da varliga doymak bilmeyen disi seytan olurlar o zamanda, bu zamanda bi cok siklara ayrilir bu cadilar, neyse buna da baska bi zaman deginelim, öyle ya da böyle, güzel varliklar..
Dünya insaniymis bizim Iskender. Ici icine sigmayan, aman oraya da gidelim, suraya da bakalim, bunu da tadalim, hic durmayalim hep gidelim diye diye hasta etti kendini oturdu asagiya.. Babam gibi olmayacagim derken sonunda aynada kendisini/babasini görünce aklina geldi durulmak. Yasi ilerledi de diyebiliriz aslinda, bi nevi yorgunluk.. Hadi dedi toparlanin eve gidiyoruz, Dogu’lu Dogu’ya Bati’li Bati’ya, coluk cocugu olanlar ailesinin yanina, Iskender’in akli Kartal’da..


Iskender deyip gecmemek lazim tabi, nerden baksan babasi Zeus diyolar, evliligini Babylon’da yapmis, escinselligini cümle aleme kabul ettirmis, sevimli bi varlik.. Yine de, hani yazilanlar da dahil, zaten böyle bi filmi de Iskender kaynagi olarak almak basli basina bi hata olur, bu adamla ilgili bildiklerimizin cogu uydurmaymis gibi geliyo.. Hadi gercege cok yakin yeni bilgiye ulastik diyelim, pek de bisey degismeyecek.. Da babasi Zeus, tanri manri bunlar biraz garip geliyo diye düsünürken film bittiginde, erikler de üzümler de coktan bitmisti zaten, dön dolas internetten Slovenyali bi sosyologun bi dersini dinledim, film kadar sürdü, bikac sahnesini ve cümlesini Kadiköy’de bi arkadasa tekrarlayacagim, Iskender’den ziyade..